Zihnin Zinciri Alışkanlığın Köleliği
Zihnin Zinciri Alışkanlığın Köleliği
Kölelik deyince aklımıza önce demirden zincirler gelir, bilekleri ezen kelepçeler, gözleri karartan karanlık zindanlar…
Oysa insanın en derin ve en sinsi köleliği, zihnindekidir. Görünmezdir, sessizdir, alışılmışlığın içinde saklanır. Bu kölelik, dışarıdan dayatılmaz içeriden kabul edilir. Ve işte bu yüzden, en güçlü prangadır.
Zihin bir kez boyun eğmeye alıştı mı, bir kez itaat etmeyi konfor bellediyse, artık o zihnin önüne ister altından bir özgürlük kapısı koy, ister göğe açılan bir merdiven… Hiçbiri anlam ifade etmez. Çünkü esaretin sıcaklığına alışan bir düşünce, özgürlüğün serin rüzgârını tehdit sayar. Hatta o rüzgârın kendisini hasta edeceğine inanır. Özgürlük onun için bir belirsizlik, bir tehdit, bir yalnızlıktır artık.
Alışkanlıkla örtülmüş bir kölelik, kişi farkında bile olmadan yerleşir ruha. Başlarda sorguladığı her şey, zamanla “doğru” olarak kabul edilir. Efendinin sesi, vicdanın yerini alır. Kurallar kutsal olur, zincirler güven verir. Hatta çoğu zaman kişi, zincirlerini sever. Onları kaybetmekten korkar. Çünkü kim olduğunu, neye inandığını, nasıl yaşaması gerektiğini bu zincirler belirlemiştir. Zincir gittiğinde, benlik de dağılır. Böyle bir zihin için özgürlük, benliğin yitimi demektir.
Bu yüzden köleliğe alışmış bir zihin, zincirlerinden kurtulmak istemez. Kendi kafesinde bir düzen kurmuştur. O düzenin dışı ona karanlık gelir, oysa asıl karanlık içindedir. Ama gözler karanlığa alışınca ışık acı verir. Göz kamaşır, baş döner, yön kaybolur. İnsan en çok da yönsüzlükten korkar. Ve o korku, zincirleri tekrar aratır. Öyle ya, tanıdık olan ne kadar kısıtlayıcı olursa olsun, bilinmez olandan daha az korkutucudur.
Bir köleye “özgür ol” dersen, sana deliymişsin gibi bakar. Çünkü onun için özgürlük, aç kalmak, terk edilmek, korumasız kalmak demektir. Kölelikse yemek demektir, sıcak bir yer, kesin kurallar, belli sınırlar… O, kendi sınırlarında huzur bulmuştur. Belki de bu yüzden en tehlikeli kölelik, boyun eğmenin güven verdiği köleliktir.
Bu zihinsel esaret, sadece bireysel değil, toplumsaldır da. Nesiller boyunca aktarılan korkular, suskunluklar, dayatmalar… Tüm bunlar, bir toplumun zihnini köleleştirir. Özgür düşünceye karşı duyulan güvensizlik, farklı olana duyulan öfke, eleştiriden kaçış… Bunlar hep aynı zihinsel zincirin halkalarıdır. Ve bu halkalar, insanlar kendi elleriyle ördüklerinde en sağlam hâline gelir.
Zihin zincirini kendi elleriyle takan, onu kutsal sayar. Onu sorgulayanı düşman belleder. Çünkü sorgu, çözülmenin başlangıcıdır. Ve bir köle için çözülmek, yok olmak demektir. Oysa aslında çözülmek, yeniden doğmaktır. Eski kalıplardan, yapay doğrulardan, korku duvarlarından sıyrılmak; gerçeğe, kendiliğe, hakikate ulaşmaktır.
Ama bu doğum sancılıdır. Cesaret ister. Rahatını terk etmeye, alışkanlıklarını yıkmaya hazır olmak ister. Ve her zihin buna hazır değildir. Çoğu, doğmaktansa kalıpta kalmayı tercih eder. Bu yüzden köle olmaya alışmış bir zihin, özgürlüğe değil zincirine sarılır. Zincirini bırakmadan da hür olabileceğine inanır ama bu, sadece bir aldatmacadır.
Gerçek özgürlük, alışkanlıkların konforunu değil, hakikatleri bilmek ve arkasından gitmektir. Sorgulamaktır, yanılmayı göze almaktır, düşüp yeniden kalkmaktır.
Ve unutulmamalıdır ki: Zincirlerin en kalını demirden değil, korkudan yapılır. Ve o korkuyu yenmeden hiçbir zihin, hiçbir zaman özgürleşemez.
Allah'a boyun eğmekten kaçınır; çünkü bunu, özgürlüğüne vurulan kutsal bir pranga sanır. Oysa insana, güce ya da makama körü körüne bağlılık gösterdiğinde, iradesini teslim etmeyi bir tür kudret zanneder.
Allaha boyun eğmek tüm köleliklerden kurtulmak olduğunu idrak edemez..