Allah’ın Sessiz Adaleti ve Şefkatin Hududu
Allah’ın Sessiz Adaleti ve Şefkatin Hududu
Bazen doğa bize aynada kendimizi
gösterir. Sessiz ama derin mesajlar fısıldar; anlayana çok şey anlatır. Bir
dişi kaplan düşünelim. Yavrularına duyduğu içgüdüsel şefkatle, bir başka
canlının yavrusunu parçalayarak onları besler. İçten gelen bir sevgiyle, kendi
soyunu korumaya çalışır. Ama bu sevgi, bir başka annenin yavrusunu kaybetmesine
neden olur. Ve sonra… aynı kaplan, bir avcı tarafından vurularak öldürülür. Peki,
buna tesadüf diyebilir miyiz hayır, Allah’ın görünmeyen terazisinde işleyen
sessiz bir adalet devreye girer.
Bu örnek sadece bir yırtıcıyı
değil, insanın da derinliklerinde sakladığı çelişkiyi gözler önüne serer.
Şefkat… öyle bir duygudur ki, hem en kutsal hem de en yıkıcı güce dönüşebilir.
Eğer sadece “benim yavrum” diyerek hareket edersek, başka yavruları yok sayar,
başka hayatların acısını meşrulaştırırız.
Doğanın bir yasası var, adına
ister “fıtri şeriat” deyin, ister evrensel denge. Bu yasa, vahşi hayvanlara
bile sınırlar çizer. Asıl rızık ölü hayvandır. Sağ olanı parçalayıp yemek, Allah’ın
doğa için yazmış olduğu yasaya göre haddi aşmaktır. Ve doğa, kendi içinde bu
aşımı bir şekilde düzeltir. Belki bir tuzakla, belki başka bir ölümle... ya da
daha görünmeyen, daha derin bir yerlerde Allah’ın adil terazisiyle.
“Hayvanlar hesap vermez,” der
geçeriz çoğu zaman. Ama ya yanılıyorsak? Ya onların da bir muhasebesi varsa,
bizimki kadar karmaşık olmayan ama yine de var olan bir denge terazisi ahirette
hayvanlar için özel olarak hazırlanmış mahkemelerde.
İnsanlık, tarih boyunca iki temel
anlayış arasında gidip gelmiş; bir yanda yüce Peygamberimizin kalplere
nakşettiği yardımlaşma yasası, diğer yanda ise felsefenin dayattığı amansız
çatışma ve mücadele kanunu. Bu iki anlayış, adeta yaşamın ruhunu belirleyen iki
karşıt kutup gibi.
Peygamberimizin öğrettiği yol,
güneşin bitkilere nasıl sevgiyle ışık verdiğini hatırlatır bize. O ışık, sadece
kendi varlığı için değil, toprağa tutunan, rüzgârda savrulan, dalında meyve
veren tüm canlılar için sonsuz bir yardım eli gibidir. Bitkiler, bu ışığın
bereketiyle hayvanlara can verir; hayvanlar ise, bedenimizin hücrelerine kadar
uzanan bir zincirin halkalarıdır. Her biri diğerine destek, her biri diğerinin
varlığını kutsayan bir dayanaktır. Bu öğreti, mücadeleden değil; birlikte
yükselmekten, birlikte yaşatmaktan bahseder. “Komşusu açken tok yatan bizden
değildir” diyen Peygamberimizin sözleri, insanlık tarihinin en güçlü
yardımlaşma manifestosu olmuştur. Zira gerçek güç, başkalarını ezen, yok eden
değil; elinden tutan, omuz veren, acılarını paylaşandır.
Karşıt dünya ise, güçlünün zayıfı
ezdiği, varlığın bir tür kör yarışa dönüştüğü bir sahne sunar. Bu anlayış,
insanı yalnızlığa mahkûm eder, kardeşliği unutmaya zorlar, kalpleri
taşlaştırır. Oysa her hücrede var olan o mucizevi işbirliği gibi, insan da
ancak birlikte var olabilir.
İşte Peygamberimizin getirdiği
yüce öğreti, insanlığın en büyük mirasıdır: Her nefes bir yardımlaşma, her adım
bir dayanışma, her kalp sevgiyle çarparsa dünya ancak o zaman gerçek anlamına
kavuşur.
Bazıları “Hayat bir mücadeledir,”
diyor. Ama belki de hayat, yardımlaşma içinde bir sınavdır. Mücadele varsa
bile, sadece dışsal değil; içimizde, vicdanımızda, adalet duygumuzla verdiğimiz
bir mücadeledir. Asıl çatışma, merhameti ne zaman gösterip ne zaman
bastıracağımız üzerinedir.
Ve belki de kaplanın hikâyesi, sadece bir doğa olayı değil, bize yazılmış sessiz bir mektuptur: Şefkat yalnız senin yavruna değil, başkasınınkine de yönelmezse, adalet seni de bulur.