Tarihe Vefa: Hz. Muhammed’in Ahlakıyla Tarihi Yapılara Sahip Çıkmak
Tarihe Vefa: Hz. Muhammed’in Ahlakıyla Tarihi Yapılara Sahip Çıkmak
Tarihi yapılar, sadece taş yığınlarından ibaret değildir. Her biri bir medeniyetin nefesidir, bir toplumun hayal gücünün, inancının, sanatının ve çabasının somutlaştığı mekânlardır. Onlar, bir dönemin yaşam tarzını, estetik anlayışını, sosyal yapısını, inanç dünyasını bize anlatan sessiz kitaplardır. Her taşta bir hikâye, her kubbede bir dua, her minarede bir dua, her sütunda bir insan emeği saklıdır. Bu yapılar; milletlerin, dinlerin, kültürlerin sınırlarını aşar, evrensel bir değer taşırlar. Çünkü geçmiş, yalnızca bir ulusa ya da dine ait değildir. Geçmiş, insanlığın ortak malıdır ve bu ortak mirasın korunması da tüm insanlığın ortak sorumluluğudur.
Ne hazindir ki, zaman zaman savaşlar, ihmal, ilgisizlik ve hatta bilinçli yok etmeyle bu kıymetli miraslar yok edilmekte, yitip gitmektedir. Bir yapının yıkılması sadece fiziksel bir kayıp değil, kültürel bir boşluk, tarihsel bir travmadır. Bugün hâlâ ayakta kalmayı başarmış bir antik tiyatro, bir kale, bir kilise, bir sinagog, eski bir hamam, bir medrese ya da bir cami... aslında insanoğlunun ortak belleğini, birlikte yaşama kültürünü ve medeniyet inşasındaki zenginliğini yansıtır. Bu yüzden farklı inançlara, milletlere ya da kültürlere ait bu eserleri korumak bir tercih değil, vicdani bir sorumluluktur.
İslam dini, bu sorumluluğu yalnızca maddi bir koruma olarak görmez; aynı zamanda manevi bir borç olarak da kabul eder. Zira İslam’ın temelinde “emanet” kavramı yatar. Allah’ın insana verdiği en büyük sorumluluklardan biri, yeryüzüne iyi bir şekilde bakmak, ona zarar vermemek, onu imar etmektir. Bu sadece doğayı korumakla sınırlı değildir; tarih, kültür, sanat ve medeniyet de bu sorumluluğun içindedir. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed’in hayatı bu anlayışın en güzel örnekleriyle doludur. O, kendisine düşmanlık eden toplumların bile kutsal mekânlarına dokunmamış, bir ağacın kesilmesine, bir hayvanın incitilmesine izin vermemiştir. Bir savaşta bile doğaya zarar verilmemesini emretmiştir. Böyle bir peygamberin ümmeti, tarihi yapıları ötekileştirerek, kimliğine bakarak, inancını sorgulayarak değil; onlara “emanet” gözüyle bakarak sahiplenmelidir.
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed’in ahlakı evrenseldir. O, yalnızca kendi kavmini değil, Müslümanları değil, tüm insanlığı kuşatan bir rahmettir. Onun getirdiği mesaj; rengin, dilin, dinin ya da soyun ötesinde bir birlik, bir bütünlük çağrısıdır. İşte bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde, farklı kültürlerin izlerini taşıyan yapılar da bizden biridir. Bir başka dine ait bir mabet, bizim inancımıza göre ibadet şekli farklı olsa da, içinde Allah’ı arayan insanların kalbidir. Bir başka milletin inşa ettiği bir saray ya da köprü, insan aklının, emeğinin ve güzellik anlayışının bir ürünüdür. Bunlara sırt dönmek, aslında kendimize, insanlığa ve İslam’ın özüne sırt dönmek demektir.
Bugün dünyanın dört bir yanında İslam medeniyetine ait eserlerin yok edilmesine nasıl üzülüyorsak, başka medeniyetlerin miraslarına da aynı hassasiyetle yaklaşmak zorundayız çünkü adalet duygusu, sadece bize ait olanı korumak değil, başkasının hakkına da sahip çıkmaktır. Ve adalet, Peygamber efendimizin en belirgin vasıflarındandır. O, adaleti sadece Müslümanlar için değil, herkes için istemiştir. Tarihi yapılar da bu adalet anlayışının bir yansımasıdır. Onları korumak, geçmişi sadece anmak değil, geçmişle bir bağ kurmak, ondan öğrenmek ve geleceğe ışık tutmaktır.
Bu bağlamda, bizlere düşen görev açıktır: Hangi inançtan, hangi milletten, hangi coğrafyadan olursa olsun, her tarihi yapıya bir hazine gibi sahip çıkmak. Onları yok olmaktan kurtarmak, ihmal etmemek, bilinçli bir şekilde yaşatmak... Bu sadece bir medeniyet görevi değil, aynı zamanda bir iman meselesidir. Çünkü Peygamberimizin bizlere bıraktığı en büyük miraslardan biri, "emanete sahip çıkmak" tır. Ve tarih, emanetlerden biridir.
Bir gün bu dünyadan göçüp gideceğiz. Ancak arkamızda ne bıraktığımız, hangi değerlere sahip çıktığımız, hangi mirasları koruduğumuz bize şahitlik edecek. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed’in ahlakıyla yaşayan bir insanın mirası; sadece namaz, oruç, zekât değildir. Aynı zamanda insanlık tarihine, kültürel zenginliğe ve ortak değerlere olan duyarlılığıyla da ölçülür. Çünkü gerçek Müslümanlık, sadece inandığını yaşamak değil, başkasının değerini de yaşatabilmektir.